DECAMERON
Yazar: Giovanni Boccacio
Boccaccio bu kitabı 1348 de
yazmış ve 3 yıl sürmüş. 1348 de aynı
zamanda Avrupa’da büyük bir veba salgını başlamış. Boccaccio kitabın başında bu dönemi de
anlatıyor çünkü kitabın geri kalanında salgın ortamından uzaklaşıp keyifli
zamanlar sürmek isteyen 3 erkek ve 7 kadından bahsediyor. Bu kitaba kadar İtalya’da eserler hep Latince
yazılırken, Boccaccio bu kitabı halk dilinde yani İtalyanca’da yazmış. Kitabın
başında kitabı yazma amacının kocalarını uzaklara yollayıp yalnız kalan ev
kadınlarının can sıkıntısını gidermek olduğunu söylüyor yazar. Yalnız kitabı okuyunca anlaşılıyor ki,
sanırım Boccaccio’nun asıl amacı inceden inceden temsil etmesi gereken
değerlerden uzaklaşan kiliseye, namussuz din adamlarına giydirmek. Bunu da
nasıl yapıyor anlatalım: Az önce de
dediğim gibi veba salgınından kaçan on insan, o günün kral veya kraliçesinin
belirlediği konu hakkında birer hikâye anlatıyor. Kitap bölüm bölüm bu anlatılan hikayelerden
oluşuyor. Bu hikâyelerin kahramanları arasında yalan söyleyen, zina yapan din
adamları oluyor işte böylece ikinci planda kilise eleştirilmiş oluyor. Hikâyeler
mizahi öğeler barındırıyor, tabi çok aşırı komik de olduğu söylenemez. Kiliseye
eleştiri ve mizah içeren şu öyküsünü sevdim kitabın. Bir gün bir Hıristiyan
kişi Musevi arkadaşına ısrarlarla kendi dinine geçmesi için ısrar eder. Musevi
de ısrarlara dayanamaz ve arkadaşına bir şans verir. Ona Vatikan’a gideceğini,
orayı ve oradakileri inceleyeceğini ve eğer gördükleri hoşuna giderse
arkadaşının isteğini yerine getireceğini söyler. Vatikan’a gider bir bakar ki
oğlancılık almış yürümüş, din adamları para peşinde, hepsi sahtekâr. Bunun
üzerine Hıristiyan arkadaşının yanına geri döner ve Hıristiyanlığı kabul
ettiğini söyler çünkü eğer bir din böylesi din adamlarının elinde bile
yaşayabiliyor ve yayılabiliyorsa demek ki gerçekten ilahi bir gücün koruması
altındadır diye düşünür. O zamanların hikayelerinde kaybolduktan uzun süre
sonra ortaya çıkmak ve ailesi, dostları tarafından tanınmamak ne de çok işlenen
bir olaymış, bu çok garibime gitti. Bir de yazarın cinsellikten üstü kapalı bir
şekilde ve “aynen bir liseli mizahıyla” simgeler kullanarak bahsetmesi bu kitaba
ait karakteristik bir özellik. Bana ilk cildini okumak yetti de arttı aslında
ama yarım bırakmak da olmaz, hepsini okuyacağım. Öykü öykü olduğu için, öyküler
arasında çok da bağ olmadığı için başka bir kitapla bile birlikte okunabilir. Oğlak yayınları ve Rekin Teksoy çok iyi iş
çıkarmış basım, kapak, kutu ve çeviri açısından, emeği geçen herkesi kutlarım.